29 Ağustos 2015 Cumartesi

Bir trnd projesi: Bepanthol


Selam millet...

Yaklaşık 3 hafta önce trnd ekibinden bir paket aldım..Geçen projeleri olan Fairy hakkındaki yazıları bloglardan takip edince hoşuma gitmiş,bende katılmıştım.Yeni projeleri açıklanınca formu doldurdum filan derken unuttum gitti.Şans bu ya 1000 kişilik ekibe bende dahil olmuşum..Tabi bunların hepsini paket gelince öğrendim.. :D


Neyse..Daha önce Bepanthol'ü reklamlarda filan görüyordum ama hiç deneme fırsatım olmamıştı.Bu vesileyle gelir gelmez denedim, eşe dosta cümle aleme dağıttım..
Eve gelen misafirlerin eline tutuşturup hep beraber tekrar tekrar deneyip istişare ettik..''Ay buraya da iyi geldi,bende şu soruna çözüm oldu'' diyerekten..Tabiri caizse ota çöpe nerede bir sorun var nerede bir acı var her yere kullandım,kullandık..

Gerçi bende dahil olmak üzere bir kısmımız kokusundan hiç hoşlanmadı..İlaç gibi kokuyor diyen oldu, ıslak koyun tüyü gibi kokuyor diyen oldu ama neyse ki hemen uçup gitmesi yüzünden çok takılmadık.Lakin yinede az bir şey hoş kokusu olsa hiç fena olmazdı.. :(

Bu yüzden etkilerini görünce hemen bloga yazmak istedim ama sonra fikir verebilmek için en azından bir süre düzenli kullanmam gerektiğini düşündüm,,Çokta iyi oldu daha fazla etkisini,kullanım alanını ve yaptığım yanlışları gördüm.

Daha önce bloga da yazmıştım ama bilenler bilir kuru bir cildim var.Günlük serum,göz kremi ve  nemlendirici üçlüsünü kullanmayınca gerim gerim gerilir ve pul pul dökülmeye başlar.
Şu sıcak yaz günlerinde bile bu rutinim değişmez.Ama Bepanthol sayesinde bu 3 ürün yerine tek ürüne düştüm çok mutluyum.

Havanın çok sıcak olduğu günlerde günde 1 kez kullandım.Ama yağmurlar başlayıpta hava hafif soğuyunca dudak ve burun kenarlarım yine kurumaya başladığı için günde 2 kez kullanmam yetti.Her iki durumda da nemli - dokunduğunuzda hissedebileceğiniz kadar nemli hemde- bir ciltle dolaştım..
Sadece yüzüme değil ellerim,kollarım,ayaklarım kullanabildiğim her yer bu nemden nasibini aldı ki en sevdiğim şey bu benim.Mini boyları sayesinde çantamdan da hiç eksik olmadı sağolsun. :) <3

Dışarı çıkarken de serum,nemlendirici,güneş koruyucu ve bb krem kullanım sırasını,Bepanthol,güneş koruyucu ve bb krem olarak değiştirdim..Bu da bana çok büyük kolaylık sağladı.
Kullandığım süre boyunca cildimde ki lekelerin azaldığını görmekte ayrı bir hoşluk oldu tabi..

Ayrıca annemin elinde kullandığı ilaçların yan etkilerinden doğan küçük yaralara da çok iyi geldi.2 denemede sorunu ortadan kaldırınca annemin vazgeçilmezi oldu diyebilirim..Yaz günü şipidik terliklerle dolaşmanın yan etkisi olan hafif çatlamış topuklar probleminden bahsetmiyorum bile.. :P

Kısacası benim her yönüyle çok memnun kaldığım bir ürün oldu Bepanthol..Kış aylarındaki etkileri nasıl olur merak ediyorum ama şuan ki durumda gözü kapalı herkese önerebileceğim bir ürün.
Deneme fırsatı verdikleri için trnd ekibine çok teşekkürler.. :)



7 Haziran 2015 Pazar

Studio Ghibli'den Bir Veda: Marnie Oradayken / Omoide no Marnie (2014)


12 yaşındaki Anna, bir sürü insanın içinde olduğu görünmez sihirli çemberin dışında olduğuna inanmakta ve insanlardan kendini dışlayıp, umursamaz ifadesini  takınarak kendini etrafındakilerden soyutlamaktadır.Yaşadığı astım sorunu sebebiyle üvey annesi tarafından şehirden uzak, Hokkaido’nun havası temiz sakin bir sahil kasabasındaki akrabalarının yanına gönderilir.


İlk başlarda sıkılsa da daha sonraları bulunduğu yeri seven Anna , buradaki vaktini bataklıkta hayal kurup, çizim yaparak geçirir.  Keşfe çıktığı bir gün terkedilmiş bir malikane bulur.Çevre sakinlerinin uyarısıyla hemen oradan ayrılmak zorunda kalan Anna'nın aklı malikanede kalır..Merakına yenik düşüp tekrar malikaneyi ziyaret eden Anna burada malikanenin penceresinden içeriyi gözetleyen sarışın kız Marnie ile tanışır. İkili birbirleriyle çok yakın arkadaş olur. 



Vaktinin çoğunu Marnie ile geçirmeye başlayan Anna bir süre sonra Marnie'nin bir görünüp bir kaybolmasının ardındaki gizemlerin peşine düşer..Ancak, Marnie’nin geçmişinin arkadaşlık ve sevgi dolu bir hikaye ile ortaya çıkmasıyla, gerçeklik ve hayal arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başlayacaktır.



Denk geldiniz mi bilmiyorum ama bu yıl 34.sü düzenlenen İstanbul Film Festivalinde gösterilen bir film Marnie Oradayken.. Hatta bu hafta ( 5-11 Haziran arası ) vizyona giren filmlerden biri..


İngiliz yazar Joan G.Robinson’un 1967 yılında yayımlanan ünlü çocuk romanından uyarlanan , arkadaşlık ve yalnızlık hakkındaki bu dokunaklı film, Prenses Mononokeden Küçük Deniz Kızı Ponyoya birçok Ghibli filminde çalışmış olan yönetmen Hiromasa Yonebayashi’nin yönettiği ikinci film ve bunda da harika bir iş çıkarmış.



İzlerken her Ghibli filminde olduğu gibi bunda da filmle beraber olayları yaşıyorsunuz. Üstelik birkaç özelliğiyle diğer yapımlardan biraz daha farklı bir havası var..
Çocuk kitabından uyarlanmış olması sebebiyle çok renkli ve çok sıcak bir film.Özellikle filmde gösterilen ve tek bir detayın bile atlanmadığı doğa tasviri çok canlı ve bir o kadar da gerçekçi. Ayrıca klasik Ghibli filmlerinden farklı olarak son ana kadar neyin ne olduğunu anlamadığımızdan gizem öğesinin fazla olduğu bir yapım diyebilirim..

Son olarak ise Ghibli’nin en önemli adamı, Hayao Miyazaki'nin emekli oluşuyla Stüdyo Ghibli'nin ne olacağı konuşulurken Marnie Oradayken filminin son film olacağı da söylentiler arasındaydı ki,bir basın açıklamasıyla söylentiler gerçeğe dönüştü.
En son Isao Takahata'nın başarılı filmi Prenses Kaguya Masalı'nın ardından bu izlediğimiz film hem son Ghibli filmi olmasıyla , hem de kalbe dokunan bir yanının olması sebebiyle biraz önemi hakediyor.

Müzikleri,oradaymış gibi hissettiren göz kamaştırıcı görselliği ve insanın içinde yer eden hikayesiyle, izlenmesi gereken yapımlar listesinde olan Marnie Oradayken filmini bence mutlaka izlemelisiniz..
Keyifli seyirler..


15 Nisan 2015 Çarşamba

Bekar Bir Babanın Maceraları: Baby Daddy (2012/ - )


Ben, bir gün kapısında ayrıldığı kız arkadaşı tarafından bırakılan bir bebek bulur. Ne yapacağını bilemez bir haldeyken, annesi Bonnie, erkek kardeşi Danny, en iyi arkadaşları Tucker ve Riley'in yardımları ile bu sevimli kız bebeğe bakıp, onu büyütmeye karar verir.


Her türlü şeyden sıkıldığım bir gün izleyecek komedi ağırlıklı ama aile dizisi de olabilecek türden bir şeyler ararken denk geldim bu diziye..
Başlarda çok eğlendim,sonraları biraz sıkıldım falan ama hala bırakamadım..Bölüm sürelerinin 20 dakika olması,Ben'in saçmalıkları,Tucker'ın cinlikleri,Danny'nin saflıkları filan derken dizinin nasıl sonuna geldiğimi anlamadım bile..
Tipik Amerikan dizisi olması sebebiyle bazen ''yok artık öyle şey olur mu canım'' dedirtse de kafa dağıtmak için gayet ideal gibi..


Gerçi dizinin ana teması bekar bir babanın hayatının değişime uğramasıydı ama bir süre sonra daha çok Ben'in aşk hayatına yoğunlaşması dizi bölümlerini peş peşe izlediğinizde biraz sıkabiliyor.Ben'in gerçek aşkının burnunun dibinde olduğunu öğrenene kadar evden gelip geçen hatun sayısının fazla olmasıyla Emmayla geçirilen süreler azaldığından sıkıldığım kısımlarda bu zamanlara denk geldi..

Dipnot: Riley'e uyuz olduğumu söylememe gerek yok sanırım..Bu kadar ayran gönüllü bu kadar dengesiz,ne istediğini bilmeyen bir kız olabilir mi ya..Çoğu yerde saç baş yoldurdu bana resmen..>_<

 

Neyse..18 Mart’ta Danny Riley için oldukça merak uyandıran bir şekilde 4. Sezon finalini yapan Baby Daddy'nin 5. sezon için onay aldığını da söylemeliyim. :)

Ayrıca epey ünlü olan bu komedi dizisinin Türk senaristlerin elinden kurtulamayıp Türkiye’ye uyarlandığı haberini de vermem gerek...Denk geldiniz mi bilmiyorum ama geçtiğimiz haftalarda ilk bölüm yayınlandı bile..
''Bana Baba Dedi '' ismiyle TV8 için çekilen dizinin oyuncu kadrosunda ise Eser Yenenlerİbrahim Büyükak, Oğuzhan Koç, Yağmur Tanrısevsin , Ersin korkut, Cezmi Baskın, Yağmur Tanrısevsin, Ayşe Tunaboylu, Burçin Abdullah, İpek Tenolcay, Gözde Mutluer, Ali Çelik ve Gülsüm Alkan var.

14 Mart 2015 Cumartesi

Animasyon dünyasından haberler..


Ta taaamm.Geçtiğimiz 2 senenin en sevilen filmlerinden olan Hotel Transilvanya macerası 2.filmle devam ediyor pek sevgili findik fistik severlerim. Blogumda ayıla bayıla yazdığım animasyon filminin çekildiğini duyunca nasıl mutlu oldum anlatamam..(İlk filmin yazısı için tıkıtık..)
İlki 2012 yılında vizyona giren ve korku figürlerini eğlenceli bir surete büründüren Hotel Transilvanya filminin devamı olan Hotel Transilvanya 2'nin ilk fragmanı ise yayınlandı..
Yönetmen koltuğuna yeniden Genndy Tartakovsky'nin oturduğu filmin senaryosu Adam Sandler ve Robert Smigel ikilisine ait. Bu defa emektar vampir Dracula'nın, modern dünya ile olan mücadelesini perdeye taşımayı hedefleyen film, eğlence bazında ilk filmi aratmayacak gibi görünüyor diyor tanıtımında..Ayrıca 29 Ekim 2015 ise filmin vizyona giriş tarihi.. 

2. animasyon haberimiz ise Frozen'den..
2013'ün sonunda vizyona girip en çok gişe yapan animasyon olma rekorunu elinde bulunduran Karlar Ülkesi filminin 2.sinin çekildiği Disney tarafından doğrulanmış..
Geçen yılki Oscar ödüllerinde Animasyon ve ''Let it Go" adlı şarkısıyla da en iyi orijinal film müziği dalında ödül toplayan filmin 2.sinin ise ne zaman vizyona gireceği açıklanmamış..


Ayrıca ikinci filmi sabırsızlıkla bekleyenler azıcık daha beklerken, izleyiciler "Frozen Fever" adlı yedi dakikalık bir devam filmini de bu ayın sonundan itibaren yeni Disney filmi Külkedisi'nin gösterildiği sinemalarda görebilecek.


3 Mart 2015 Salı

Acıktıran Filmler 2: Aşk Tarifi / The Hundred Foot Journey (2014)


Bombay'da yaşayan Hassan Haji, dedesinin işlettiği restoran sayesinde mutfakla çocuk yaşta tanışmış, bu ilgisini yeteneğiyle pekiştirmiştir. Şimdilerde genç bir adam olan Hassan, dedesinden kalan müesseseyi başarıyla işletirken beklenmedik bir trajedi nedeniyle Bombay'dan taşınmak durumunda kalır. Ailesiyle birlikte Fransa'nın bir kasabasına yerleşir ve işini burada devam ettirmek için hazırlıklara başlar, restoranını açar. 
Böylece bu yeni restoranın sunduğu egzotik Hint mutfağı kısa sürede bölge halkının dikkatini çeker. Bu nedenle de bölgenin prestijli restoranı Le Saule Pleureur'de bir telaş başlar. Şef Madame Mallory, yeni rakibi Hassan'ın kendinden daha yetenekli olduğunu fark etmiştir ve bu durum, aralarında esaslı bir rekabetin doğmasına neden olur.


The Hundred Foot Journey , Richard CMorais adlı yazarın aynı adlı eserinden uyarlanmış bir film.Yüz Adımlık Yolculuk gibi bi ad dururken Aşk Tarifi gibi sayısız kez kullanılmış bir isim çok saçma gelse de bununla ilgili yapacak bir şey yok ..

İlk bakıldığında filmin adı anlamsız geldiğinden neden bahsettiğini anlamamıştım ama sonradan farkettim.. Restoran açmak için buldukları mekan bölgenin prestijli restoranı Le Saule Pleureur’in tam karşısında ve aradaki mesafenin sadece 100 adım oluşuyla ilgili..İlginç bir bakış açısı olduğu kesin.

Film 2014 Amerika yapımı ve yapımcı koltuğunda Steven Spielberg ve Oprah Winfrey gibi oldukça ağır toplar var.Cast'i okuduğumda baya şaşırdım o yüzden. Epey güveniyorlar diye düşündüm filmi izleyene kadar..

Kitabı bilmiyorum ama senaryoda nedenleri sorgulanmayan bir saldırı sonrasında ülkeyi de terk etmek zorunda kalan bir hintli aileyle başlıyor film.Komedi ve dramla iyice yoğurulmuş yabancı bir ülkende her türlü aşağılama ,öteleme ve dışlanmadan sonra gelen bir başarı hikayesi de diyebiliriz.Sinemanın en çok sevdiği gibi yani..

Müzik seçimleri çok güzel ,çekilen mekanlar ve doğal güzellikler ise harika.Oldukça detaylı ve seyirciye müthiş bir görsel şölen sunduğu kesin..Lakin film için aynı şeyi söylemek benim açımdan zor..


    

Burnundan kıl aldırmayan asil kadın Madam Mallory’yi canlandıran Helen Mirren arada yüzünde oluşan tepkisizliği olsa da -sanırım botoxlardan kaynaklı-rolünün hakkını vermiş.Fransız aksanlı ingilizcesi ise filme ayrı bir hoşluk katmış.
Her filmde mutlaka olması gereken başroldeki erkek karakterin aşık olduğu ve güzel kız sendromunun aşılandığı şef aday-adayı Charlotte Le Bon’un sade oyunluğu ise fena değildi. 
Muhafazakar baba rolündeki Om Puri ise sanki kendini oynuyormuş gibiydi.Rolüne çok bişi katmasına gerek yokmuşta sanki normalde de öyle biriymiş gibi hissettim izlerken. 
Filmdeki olayların üzerinde döndüğü genç yeteneğimiz Manish Dayal ise çok kötüydü.Zorla oynatmışlar gibi ifadesiz ,donuk ve çömez bi görüntü çizdi gözümde..Kısacası vasattı..


Bunların dışında filmin ana temasının mutfak oluşu çok güzeldi.Yani fransız ve hint mutfağını bir arada görmek hatta araya yeni nesil füzyon mutfağının girmesi gayet hoştu..Eski evin restore edilip yenilenmesi düzenlenmesi ,tüm o karmaşa en sevdiğim sahnelerden oldu.Hintli babanın kendinden taviz vermeden geleneklerini yaşatma çabası aileyi bi arada tutma çabası güzeldi.Lakin müslüman bi aileyken sonlara doğru oğlum yapmış tabiki yiyeceğim edasıyla yan çizmesinden hoşlanmadım.

Neyse genel olarak bakıldığında izlenesi ama detaylara indiğimde reklamın dibine vurulmuş, fazlaca sansasyonel ve beklentilerimin altında kalmasıyla çokta sevemediğim bir film oldu The Hundred Foot Journey..

İzlendiğinde hoş vakit geçirten ama bittiğinde tekrar dönüp bakılası filmler arasına giremeyen bir yapım bence..
Keyifli Seyirler.. :)

14 Şubat 2015 Cumartesi

Pitch Perfect 2 Geliyor !!!


Geçen senenin en sevdiğim filmlerinden olan Pitch Perfect devam filmiyle mayıs ayında geri dönüyormuş..
İlk filmi çok sevmiştim (yazısı burada ) ve ikinci filmin çekildiğinden haberim yoktu.Bu yüzden haberi görünce hem çok şaşırdım,hem de çok mutlu oldum,eminim fragmanı izlediğinizde bana hak vericeksiniz.. :)


Filmin ikinci ayağında kızlar bu sefer uluslararası bir yarışmaya katılıyor. Şimdiye kadar hiçbir Amerikalı takımın kazanamadığı bu mücadeleyle birlikte, ekip yeni maceralara yelken açıyor.Türkçe altyazılı fragman için tıktık..

9 Şubat 2015 Pazartesi

Bir Sandra Bullock Klasiği : The Proposal (2009)


Romantik film izleme krizimin tuttuğu bi hafta 3-5 tane Sandra Bullock filmi izleyip kendime geldiğim bir zamandan kalma bir film aslında bu film..Diğer izlediğim filmlere göre biraz beklentilerimin altında kalmıştı ama izlenemeyecek kadar kötü değildi yinede..

Film çok başarılı ve dominant bi karakter olan herkesin nefret ettiği ,kötülerin de kötüsü yayınevi müdürü Margaret'ın çok önemli bir zamanda Kanada'ya sınırdışı edileceğini duyduğunda,herşeyden habersiz mıyıl mıyıl bir karakter olan ve asla sesi çıkmayan asistanını editörlüğe terfi etme karşılığında kandırıp evlenmeye karar vermesiyle başlıyor..

İnanılmaz bir şekilde çevirdiği emrivaki ile yayınevi patronlarına, asistanıyla evlenmeye karar verdiklerinin açıklayan Margaret, yalandan yapılan bir nikahın ülkede kalmak için yeterli olacağını, her şeyin 2 tane imzaya baktığını sanmakta ve elbette yanılmaktadır.Andrew ise hayalindeki işe bu kadar yaklaşmışken bu garip teklifle ilgili herşeyi Margaret'ın eline bırakıp, editörlük için teklifi kabul eder...

Ama peşlerinde göçmenlik bürosunun yakalarından bir türlü düşmeyen elemanı olunca mecburen aileyle tanışmaya Alaska'ya giderler..Yalnız Margaret'ın aileyle tanışma gibi bir fikrinin olmayışı ve göçmenlik bürosu yetkilisini kandırıp, otelde kalma planı Andrew'nun geleneksel ailesiyle tanıştığında suya düşer..
Mecburen aynı evde ve aynı odada kalmaya başlayan ikilimiz çeşitli aksilikler sonucu birbirlerine karşı birşeyler hisseder hale gelirler..
Geniş bir oyuncu kadrosu olan Teklif filmi seyirciye çok fazla şey vadetmeyen filmlerden..Geleneksel aile, Alaska'da çekilmese de ordaymışcasına hissettiren muhteşem arka planlar ve dozunda verilmiş esprili sahneler seyirciyi ekran karşında tutuyor ama bittiğinde dönüp bir daha izleme isteği yada ''ne kadar güzeldi dimi şurası,ne çok eğlendik '' gibi cümleler kurdurtmuyor..
Olayların birden olup bitmesi 3 günde çiftimizin deli divane aşık olmaları filan yok artık dedirtiyor bi bakıma..

Hiç mi bişey beğenmedin derseniz aslında Maggie'nin telefon,köpek ve kartalla yaşadığı üçlü mücadele, Andrew'nun pamuk büyükannesi, gelinlik provasında büyükannenin ilginç yorumları :D ve yine Maggie'nin Andrew'ya dizlerinin üstüne çöküp evlenme teklif ettiği sahneler çok hoştu..:)
Onun dışında hepi topu bu işte..Elde seçenek olmadığında hiç yoktan iyidir dedirten filmlerden diyebilirim..Keyifli seyirler.. :)

Dipnot:Bu arada ekşi sözlükteki bir yorum çok hoşuma gitti ve sanırım yazan kişi bir erkek. :D
''pms filmi. romantik komedi. gerekli. majezik gibi, nutella gibi. sevgilinize izlettirin, sussun. bir buçuk saat dert yok, tasa yok. ''

7 Ocak 2015 Çarşamba

Acıktıran Filmler : Şef / Chef (2014)


Carl Casper şık bir restoranda çalışan bir baş aşçıdır. Kendi mutfağına ait yemekleri harikadır ama çalıştığı restoranın menüsüne bağımlı çalıştıkça yeni bir şeyler ortaya çıkarma isteği ve ona bağlı olarak da yemeklerinin lezzeti düşüşe geçer.
Üstelik önemli bir gurmenin yemekleri hakkında yaptığı olumsuz eleştiriler Carl için bardağı taşıran son damla olur.Yeteneğine rağmen kariyerinde düşüşe geçtiğini hisseden Carlrestorandan ayrılır ve neler yapabileceğini düşünürken tam da bu dönem bir teklif gelir: ikinci el bir bir yemek karavanı al ve kendi işinin patronu ol! Oğlu Percy ve eski bir arkadaşı olan Martin’in yardımıyla Carl Amerika yollarında yemeğe ve yeni lezzetlere ve de en önemlisi hayata dair tutkusunu yeniden keşfedecektir...

dipnot:nişastanın bilinmeyen işlevlerini öğrenmek çoook şaşırtıcıydı.. :3

Ta taaaamm..Yeni yılın iştah açıcı ilk yazısından herkese merhabaa..:)
Bu aralar onedio'da gördüğüm bir liste sonunda baya baya aşçılıkla yada şeflerle ilgili filmlere sardırdım..Ama öyle böyle değil günde 2 yada 3 tane izlediğim bile oldu ki bu benim için bile çok fazla.. :D
İşte bu filmlerden ilk izlediğim film 2014 yapımı Şef filmi oldu..Filmde geçen yemeklerden ve başroldeki aktörün oyunculuğundan çok hoşlanmasam da anlattığı hikayenin bazı yanlarını beğendim diyebiliriz.. 

Mesela Carl'ın 9 yaşındaki oğluyla olan ilişkisini yakın markaja alıp hiçbir detayı atlamaması çok hoştu..Bununla beraber filmde tam bir sosyal medya etkisi vardı..Şöyle ki sosyal medya araçlarından Vine ve Twitter'ın kullanımı o kadar ilginçti ki filme ait bir karakter gibiydi..Görsel olarak da twitter'ın mavi kuşunu ,tweet attığımızda çıkan ciklemeleri filan eklemişlerdi ki bu daha önce hiçbir filmde tanık olmadığım bişiydi. Beğendim farklı ve hoş bir detay olmuştu..

Tüm bunların dışında ise Carl'ın Matt adındaki arkadaşı film boyunca dikkatimi çeken diğer bişeydi..Kesinlikle herkese bir tane Matt gibi arkadaş lazım..Öyle biri olduktan sonra kalabalıklara hiç gerek yok..Açıkçası film boyunca kıskandığım,olsa ne güzel olur dediğim tek şey o oldu benim.. :)

Epey geniş bir kadrosu ve tanıdık oyuncularla dolu bir film olsa da -neden bilmiyorum- aradığımı çokta bulamamış gibi olduğum filmlerden biri oldu Şef..Evet izledim ama bu kadar reklamı yapılan bir filmin daha özenli olmasını isterdim açıkçası..Yine de mutfak ve yemek görüntüleri eşliğinde iyi bir 2 saat geçirdim..
Aşçılıkla ya da yeni şeyler denemekten hoşlanıyorsanız sizin için de iyi bir seçim olabilir zannımca..
Keyifli seyirler..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...